HAYATIN GÜÇLÜKLERİYLE MÜCADELE EDEBİLEN ÇOCUKLAR YETİŞTİRMENİN YEDİ YOLU

Posted on Updated on

Çocuklarımızı çalışkan, dürüst, toplumla uyum içinde yaşayan bireyler olarak yetiştirmek kadar onların duygusal gelişimine, yaratıcılığına ve zorluklarla mücadele kabiliyetlerine de katkıda bulunmakla yükümlüyüz. Özellikle duygusal ve fiziksel zorluklarla karşı karşıya kaldıklarında, dalgalı sularda boğulup gitmelerini engellemek için onlara erken yaşlardan itibaren hayatın güçlükleriyle mücadele tekniklerini öğretmeliyiz.

İşte çalkantılı sularda hayatta kalmayı beceren ve her ne olursa olsun yüzlerindeki gülümsemeyi kaybetmeyen çocuklar yetiştirmenin yedi yolu:


1) Çocuğunuzu korumak ve onu sevdiğinizi göstermek adına onun her ihtiyacını karşılamayın.

Çocuklar duygusal olarak olgunlaşmak için karşılaştıkları sorunları kendi başlarına çözme kabiliyetlerini geliştirmek zorundadırlar. Bu yeteneği geliştirmenin yaşı da yoktur. İki yaşındaki çocuğun yere düşen oyuncağını almaktan, on yaşındaki çocuğun odasını toplamaya ya da on beş yaşında bir genci otobüsle gidebileceği hâlde her gün arabayla okula taşımaya kadar pek çok ihtiyaç kolaylıkla ve gönüllü biçimde ana-babalar tarafından karşılanabilir.

Düşünmeden, belki de refleks olarak geliştirdiğimiz bu davranış biçimleri zamanla çocukları bize bağımlı hâle getirir. Kendi başlarına kaldıklarında yapmaları gereken ufak işler gözlerinde dağ gibi büyümeye başlar. Güçlü ve hayattan korkmayan çocuklar, küçük yaşlardan itibaren kendi işlerini yapmayı ve gerektiğinde başlarının çaresine bakmayı öğrenen çocuklardır.

Aşırı korunan çocuklar ileride aşırı endişeli bireyler olmaya adaydır.


2)Çocuğu güvenli bir ortamda yetiştirmek adına muhtemel tüm riskleri ortadan kaldırmaya çalışmayın.

Anne ve babalar çocuklarının sağlığını ve güvenliğini korumakla yükümlü olsalar da ipin ucunu kaçırmak çok kolaydır. Koşup oynarken düşmesin diye çocuğun peşinde pervane olmak, terleyip üşütmesin diye havlularla dolaşmak, düşürüp kırar diye çocuğun sofradan tabağını kaldırmasına izin vermemek, dışarıdaki tehlikelerden ürküp ergenlerin özgürlüğünü orantısız biçimde kısıtlamak hep bu çabanın sonuçlarıdır. Ancak çocuklara yaşlarına uygun özgürlükler tanımak onlara kendi sınırlarını tanıma, gerektiğinde kendilerini yaklaşmakta olan tehlikeden koruma şansı verir. Tehlikenin yaklaştığını uygun yaşta öğrenmeyen çocuklar risklerle karşılaştıklarında genelde yanlış kararlar verirler.


3)Çocuklarınıza kendi sorunlarını çözmeyi öğretin.

Karşılaştıkları sorunları çözmeleri için onlara fırsat tanıyın. Çözüm yöntemleri geliştirirken onlara kılavuzluk edin. Sorunun farklı yönlerini düşünüp bir çıkış yolu düşünebilmelerini sağlayın. Hayatta karşımıza çıkan pek çok güçlüğün, kaygıya kapılmadan sakin biçimde değerlendirildiğinde kendi çözüm yolunu da ürettiğini gösterin.

Örneğin çocuğunuz okulda ya da servis aracında başka bir çocuk tarafından rahatsız ediliyorsa hemen okula koşup sorunu onun yerine çözmek yerine, bir iki gün bekleyip ona fırsat tanıyın. Birlikte, bu sorunun nasıl üstesinden gelebileceğine ilişkin yöntemler geliştirin. Sorunun farklı yönlerini tartışın. Belki de bir iki günün sonunda çocuğunuz öğretmenine gidip sorununu anlatacak ya da servis aracında rahatsızlık duyduğu kişiyi uyarıp ondan uzak bir yere oturarak sorunu büyümeden çözecektir.


4)Çocuklara “neden?” sorusunu yöneltmekten kaçının. Neden sorusu yerine “nasıl?” sorusunu sorun.

Çocuklar bize sorunlarını anlattıklarında, neden sorusunu yönelterek yargılayıcı ve sorgulayıcı olmamaya özen göstermeliyiz. Neden soruları üstü kapalı olarak suçlama ve sorgulama içerir ve ne kadar inkâr etsek de bilinçaltımızdaki yargısız infazcıyı su yüzüne çıkarır.

Çocuk bize açıldığında, neden böyle oldu, diye sormak onun elinin kolunun bağlanmasına yol açar. Çünkü sorunlar genellikle belirsiz kaynaklardan ve çok da açık olmayan sebeplerle ortaya çıkarlar. Sürekli neden sorularına maruz kalan çocuklar cevabı bulamadıklarında, sorunun kaynağının kendileri olduğunu düşünüp iç hesaplaşmaya girebilirler.

Sorunları çözmek için önce suçluyu belirlememiz gerekmediğini, çoğu sorunun kimsenin suçu olmadığını anlamak ve çocuklarımıza anlatmak, onların sakin ve zorluklarla mücadele gücüne sahip bireyler olarak yetişmelerinin belki de ilk şartıdır.

Aklınıza gelen bütün neden sorularını bir kenara itip, nasıl sorularına odaklanın. Nasıl sorularına verilen cevaplar bizi her zaman çözüme yaklaştırır.

Neden dağınıksın? Neden matematik notların kötü? Neden kitap okumuyorsun? Neden daha sosyal değilsin? sorularını, daha yapıcı sorularla değiştirin.

Odanı nasıl daha düzenli tutabilirsin? Matematik sınavlarına çalışırken sana nasıl yardım edebiliriz? Okumaktan sıkılmayacağın türde kitapları nasıl bulabiliriz? Nasıl daha çok arkadaş edinebilirsin?

Nasıl soruları cevap olarak bir çözüm yolu önerir. Neden soruları ise sıkışmışlık hissi verir.


5)Çocuklarınızın hata yapmasına izin verin.

Çocuklarınıza başarısızlıkların dünyanın sonu olmadığını öğretin. Yaptığımız hatalar bir sonraki başarının ilk adımı olabilir. Hata kabul etmemek, mükemmeliyetçi ama endişeli çocuklar yetiştirmemize neden olur. Hata yapmak, hata yapacağım korkusuyla yaşamaktan çok daha iyidir.

6)Onlara duygularını kontrol etmeyi öğretin.

Güçlüklerle mücadelenin anahtarı duygulara kapılıp gitmemektir. Çocuklara iyi şeyler kadar rahatsız edici duygular hissetmenin de olağan olduğunu anlatın. Hissettiklerimizden utanmak ya da bastırmak bir çözüm değildir.

Çocuklar genelde bir duyguyu hisseder ve düşünmeden o duyguya göre hareket ederler. (Öfkeliysen bağır, üzüntülüysen ağla gibi) Onlara, harekete geçmeden önce durup düşünmeyi öğretmeliyiz. (hisset-düşün-hareket et)

Belli bir duygu durumunu seçip, bu his hakkında konuşarak egzersiz yapın. Hayâl kırıklığı, öfke, üzüntü, kıskançlık gibi… İçlerinde bu rahatsız edici duygular yükseldiğinde nasıl mücadele edebileceklerini tartışın. Duyguların gelip geçici olduğunu, kişiliklerini bu duygularla özdeşleştirmemeleri gerektiğini hatırlatın. Ben öfkeli bir insanım, bunalımlı bir kişiliğim var, kıskancım gibi…

7)Hayatla mücadele ve sorunları yapıcı çözümlerle aşma konusunda onlara örnek olun.

Belirli bir sorunla karşılaştığınızda dünyanın sonu gelmiş gibi davranıyorsanız, çocuğunuz da sorunlarla baş etme yöntemi olarak sizin davranışınızı örnek alacaktır. Anlık duygulara kapılıp düşünmeden hareket etme alışkanlığınız varsa çocuğunuzdan zor durumlarda sakinliğini korumasını bekleyemezsiniz.

Onlara sakinlikle ve farkındalıkla hareket etme konusunda örnek olun.

Paylaşım: Meryem EBREM, TED Bodrum Koleji İlkokul Müdürü

Kaynak: Kelime Yayınları – Özlem TOKMAN

Matematik Algısı Kazandırın, Başarı Yakalasınlar

Posted on Updated on

Matematik, neden bazı kişilere çok zor gelirken bazıları için oldukça kolay?

Bu durum sadece ilgi ve çaba ile açıklanabilir mi? Yoksa bu durumun bilişsel temelleri var mı? Çocuk çaba göstermediği için mi yapamıyor, yoksa yapamadığı ve zor geldiği için mi çaba göstermiyor? İlkokul çağında çocuklar matematikte akranlarından geri kalıyor, zorlanıyorlarsa ne yapılmalı?

Bu soruların elbette tek bir yanıtı yok. Ancak yanıtın önemli ölçüde sayı hissi denilen bir çeşit matematik algısı ile yakından ilgili olduğunu biliyoruz. İnsan ve hatta bazı hayvan türlerinde doğuştan varolan sayı ve uzay algısının matematik öğrenebilme yeteneğinin ilk kartopunu oluşturduğu biliniyor. Bu yazımızda ilköğretim öğrencileri için “sayı hissi” deyince ne anlamamız ve bu hissiyatın geliştirilmesi için ne yapmamız gerektiği üzerinde uygulama örnekleriyle duracağız.

Yaklaşık sayı algıları sayesinde aslanlar kendilerinden daha kalabalık olan sürülere saldırıyorlar. Ne kadar aç olsalar da doğrudan kalabalık olan bufalo sürüsüne değil de sürüden ayrı kalan ufak kümelere yöneliyorlar. Neredeyse yeni doğmuş bebekler bile tam sayı sistemi sayesinde biri, ikiden ve ikiyi, üçten ayırabiliyor, daha çok bisküvi olan kabı tercih ediyorlar. Ancak bu durum bazen yanılmalarına da neden oluyor. Örneğin üç tane 1 lira vererek ellerindeki bütün 5 lirayı almak isteseniz buna çok memnun olurlar. Bu da çoklukların sembolleştirmekte henüz yeterince olgunlaşmadıklarını gösteriyor.

Yine sayısal becerilerden olan ve canlılar arasında sadece insanda bulunan çokluk ve ilişkileri sembollere dönüştürme mekanizması bulunuyor. Sayı sistemi uzay çekirdek sisteminden de yararlanarak bir etkileşim içinde öncelikle sayıları tanıma, anlama, daha sonra onlar üzerinde işlemler yapma olanağını sağlıyor. Bu sistemlerin kullanılmasındaki etkililik ve akıcılık kişideki sayı hissi hakkında bizlere fikir verebiliyor.

İlköğretim (anaokulu ve 8’inci sınıf) öğrencilerinde sayı hissini ölçtüğü ve hatta geliştirdiği düşünülen bazı uygulamalar geliştirilmiştir. TED Üniversitesi’nde yürüttüğümüz TÜBİTAK destekli araştırmalarda elde ettiğimiz verilerle de doğruladığımız ve geliştirdiğimiz bu uygulamaların bu yaş öğrencilerinde öğretim programına dayalı matematik başarısı ve hesaplama becerileri ile oldukça ilişkili olduğu görüldü.

Uygulama 1 – Saymada akıcılık ve sembole dönüştürme: Çocuklarınızla sayma içerikli oyunlar oynayın. Örneğin tombala, domino ya da monopoly gibi oyunlar çocukların sayıları sembolleştirmesini ve saymak için daha etkili yollar bulmasını sağlıyor.

Uygulama 2 – Algısal tahmin: Çocukların görebildikleri çoklukların kaç tane olduğunu tahmin etmelerini isteyin. Sonra da tahminlerinin doğruya ne kadar yakın olduğunu bulmak için yerine göre ölçme ya da sayma yaptırın. Uygulamalar 10-12 tane nesne içeren çokluklardan başlayarak yukarı doğru gidebilir. Bu tahmin ve deneme içeren uygulamalar çocukların daha gerçeğe yakın sonuç alabilmek için tahminlerini rafine/kalibre etmelerine olanak sağlar.

Örneğin bir çay kaşığında kaç pirinç tanesi olur? Tahmin ettirin. Sonra sayıp kontrol etmesini sağlayın. Daha sonra sırasıyla, tatlı kaşığı, çorba kaşığı, kepçe, çay bardağı gibi sırayla ilerlerken hem tahminlerini ayarlarlar, hem de daha hızlı sayabilmek için stratejiler geliştirme fırsatı bulurlar. Bir de acaba pirinç yerine mercimek ya da nohut olsaydı tahminlerimiz nasıl değişirdi diye sorabilirsiniz. Farklı büyüklüklerdeki nesnelerin ve kapların arasındaki büyüklük ilişkilerini anlayabilmek ona çok önemli matematiksel beceriler kazandırmış olur.

Diyelim ki, dört kişilik bir ailesiniz ve pazardan ya da marketten 2 kilogram elma almak istiyorsunuz. Tartıya vermek üzere torbaya kaç elma koyarsınız? Herhalde elmaların büyüklüğüne de bağlı olmak üzere dört, sekiz veya on tane civarında elma diye düşünürsünüz. Bu hissin geliştiğine dair en iyi örnek kuruyemişçilerdir. 200 gram ay çekirdeği istersiniz ve neredeyse bir hamlede torbaya koyduğu miktar üç aşağı beş yukarı 200 gramdır. Bu kadar hassas ölçümler yapabilmesinde bunu defalarca yapmış olmasının da payı var.

Uygulama 3 – Sayının göreceli büyüklüğü: Örneğin 27 büyük bir sayı mı? Ne kadar büyük? Bu soruların yanıtları takdir edersiniz ki diğer sayılara bağlı. Çocuğun sayabildiği sayıların göreceli büyüklüğünü de öğrenmeleri gerekiyor. Bu etkinliklerdeki 0-10 arası sayı doğrusu anasınıfı ve birinci sınıf için kullanılabilirken, aynı büyüklükte çizilecek 0-100 arası sayı doğrusu ise öğrencilerin durumuna bakılarak yani daha önceki etkinlikleri yapabilmeleri şartıyla birinci sınıftan beşinci sınıfa kadar kullanılabilir. Yine 0-1000 arası olan sayı doğrusu ise daha öncekileri yapabilmek şartıyla üçüncü sınıftan itibaren yetişkinliğe kadar kullanılabilir. Daha büyük basamaklarla tanışma esnasında bu basamaklara uygun sayı doğrularının kullanılması önerilebilir.

Kontrol etmek için ne yapmak gerekiyor?

Çocuğun bu becerisinin gelişip gelişmediğini kontrol etmek için, yaptığı tahminler ile belirtilen sayının işaretlenmesi gereken yer arasındaki farkın gittikçe azalıp azalmadığına bakmak gerekiyor. 0-100 sayı doğrusu için işaretlenen sayının olması gerekenden ne kadar saptığını bulmak için yapılacak şablon 100 eşit parçaya bölünebilir. Burada hata payı yüzde 1 ile ölçülmeli, ancak hatanın yaklaşık yüzde 5 sınırları içinde olup olmadığı kontrol edilmeli. Benzer şekilde 0-1000 sayı doğrusunda da bölümleme 1000 eşit parçaya ayıracak şekilde olmalı ancak hata toleransı yaklaşık binde 25 civarında tutulmalı.

Sayı doğrusu ölçme şablonları

Şablonlar kopyalanırken birebir ölçekte kopyalanması gerekiyor. Eğer büyültme veya küçültme yapmak istenirse etkinliklerde bulunan sayı doğruları ile yine aynı oranda yapılmalı.


Uygulama 4 – Bağlamsal tahmin: Bağlamsal tahmin; verilen bir sayının bir bağlam içerisinde büyük, küçük ya da normal olup olmadığına karar vermek olarak açıklanabilir. Bir başka deyişle bir sayı içinde bulunduğu ortam ya da duruma göre az, normal ya da çok olarak nitelenebilir. Örneğin “bir sınıfta 150 öğrenci” denildiği zaman içimizden “çok” demek geçerken “gökte 150 yıldız” için normal “150 pirinç tanesi” için ise “az” deme hissi uyanır. Bu yargı sayının bizim nazarımızda gördüğü işe bağlı olarak değişir ve yaşanılan deneyimlerle doğrudan ilgilidir. Dolayısıyla, çocuk sayı ile ilgili ne kadar farklı ve çok deneyim yaşarsa sayı hissi de o denli güçlü olacak demektir. Ayrıca tahminlerin hızlıca yapılması da önemli.

Etkinlik: Tabloda verilen ifadelerin karşısına size uygun seçeneği işaretleyiniz.

Gönderen: Nermin ŞEKER, TED Bodrum Koleji Sınıf Öğretmeni

Yazı: Prof. Dr. Sinan OLKUN- TED Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı

Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/matematik-algisi-kazandirin-basari-yakalasinlar-40029414

Her Şeye Hayır Diyen Çocuklar İçin 10 Hayırlı Nasihat

Posted on Updated on

Çocuklarımız büyürken değişik dönemlerden geçiyorlar. Bu dönemlerin özelliklerine göre anne babalar da farklı imtihanlardan geçiyor. Ama bu imtihanların en çetini galiba çocuğun “hayır” kelimesini öğrendiği dönemlere denk geliyor.Bu sihirli kelimeyi iki ya da üç yaşında öğrenen çocuklar, kendisine yöneltilen bir cümle duyduklarında, henüz cümlenin anlamını beyinlerinde analiz etmeden tak diye itiraz etmeye başlıyorlar.

Bir arkadaşım anlatmıştı. Bir yolculuk esnasında çocuk ne denirse “yapmıycam, etmiycem” diye itiraz ediyormuş. Anne baba da çocuğun bu psikolojiden kurtulması için ilgisini dağıtmaya çalışıyorlarmış. Bir ara yol kenarında gördükleri jandarmayı göstererek, “Bak oğlum, Jandarma,” demişler. Çocuk da “Jandarcam işte jandarcam” diye itirazı koyuvermiş.Bu durumla baş etmek için anne babalar farklı yollar deniyorlar. Ama bu yolların birçoğu maalesef doğru olmuyor.

Mesela ben, çocuğun her şey hayır dediğini fark kedince, bir sürü sıkıcı şeyin arasında, “Dondurma ister misin?” gibi bir cümle söylüyordum. Çocuk itiraz refleksiyle buna da “hayır” dedikten sonra birden gözlerini açıp, “İsterim, isteriiim” diye bağırıyordu.

Ben de “Geçti artık, hayır dedin bir kere” falan deyip gıcıklık yapıyor ve intikamımı alıyordum.Siz de böyle bir dönemden geçiyorsanız ve içinizden benim gibi gıcıklık yapmak geliyorsa, sakın yapmayın! Hayırlı evlat yetiştirmek istiyorsak, en “hayır”lı dönemlerinde biraz sabırlı olmak lazım!Uzmanlar her şeye itiraz eden çocuklara nasıl davranılmasıyla ilgili bir sürü şey söylemişler. Bunlardan gerçekten hayat kurtarıcı olan 10 tanesini sizler için yazıyorum.

1- Çocuğunuz sürekli bir şeylere itiraz ediyorsa mutlaka bir nedeni vardır. Bu yüzden çocuklarınızın her şeye itiraz etme durumundan kurtulması için yola çıkarken, bir ön çalışma yapın. Bir hafta boyunca çocuğunuz bir şeye itiraz ettiğinde üç şeyi not alın. İtiraz etmeden hemen önce kendisine ne dendi? Çocuk itiraz ettikten sonra siz ebeveyn olarak ne yaptınız? Yaptığınız şey olayların gidişatını değiştirdi mi?

2- Bir şeylere sürekli itiraz eden çocuklar duygusal olarak zor zamanlardan geçiyor olabilirler. Özellikle kendisine tam olarak açıklanmayan belirsiz durumlar varsa, zihinlerinde uçuşan onlarca soru işareti minikleri çok yorabilir. Ve bu yorgunluklar birikip “hayır” kelimesiyle gün yüzüne çıkar. Bu yüzden çocuğunuzun duygusal dünyanızı iyi araştırın. Her gün zihninde tekrarlayan sorular olup olmadığını öğrenmeye çalışın. Eğer cevap bulamadığı sorular olduğunu fark ederseniz mutlaka bu soruları çocuğun yaşına uygun olarak cevaplayın ve bu yükü onların omzundan alın.

3- Eğer çocuğunuza hemen yatağını toplamasını söylüyorsanız, çocuk “hayır” diyorsa ve siz bunun üzerine isteğinizden vazgeçiyor veya kendiniz topluyorsanız durum çok kötü. Çünkü çocuğa “hayır” kelimesinin hayattaki bütün sorumluluklardan kurtulmak için kullanılabilecek sihirli bir kelime olduğunu öğretiyorsunuz. Eğer böyle yapmaya devam ederseniz, çocuğunuzun itirazları her geçen gün çoğalacaktır.

4- Çocukların bir şeylere itiraz etmeleri, benlik duygularının güçlenmesine bağlı olarak sıklaşabilir. Artık farklı bir birey olduklarını ve karar süreçlerinde kendilerinin de olmaları gerektiğini hissederler ve bu yüzden her şeye itiraz etmeye çalışırlar. Bu durumu aşmak için en iyi yol çocuğunuza seçenekler sunmaktır. Mesela “yatağını topla” demek yerine, “Yatağını şimdi mi toplamak istersin, kahvaltıdan sonra mı?” diyebilirsiniz. Çocuk burada karar verme hakkını kullandığı için ve yapacağı şeye kendisi karar vereceği için hayır demekten vazgeçer. Deneyin görün, çok etkilidir.

5- Emir cümleleri yerine soru cümleleri kullanmak da benzer şekilde çok işe yarar. Mesela “Ödevlerini bitir” demek yerine, “Ödevlerini ne zaman bitirmen gerekiyor?” diye sorabilirsiniz. Böylece çocuğunuza sorumluluğunu hatırlatmış olursunuz. O da konuya hâkim olduğunu göstermek için cevabı verir ve ardından muhtemelen ödevini yapmaya gider. Gitmezse artık ikinci yolu denersiniz.

6- Çocuğunuzdan bir şey yapmasını istediğinizde, bunu niye istediğinizi de açıklayın. Çocukların kafası büyükler gibi çalışmıyor gibi gözükse de, düşünce mekanizması aynıdır. Hiçbir mantığı olmayan şeyleri yapmalarını istediğinizi düşünebilirler. Mesela elinizi tutmasını isterken, “Elimi tut, böylece caddeden geçerken daha güvende oluruz” cümlesini kurmaya üşenmeyin. İnanın uzun vadede çok işe yarayacaktır.

7- Çocuğunuza iş verirken adım adım bir süreç izlemeye dikkat edin. Mesela birçok çocuk için, “Odanı topla” çok karmaşık bir emirdir. Odayı toplamak için yapılacak 7-8 kalem şey vardır ve bunlar çocukların kafasını karıştırabilir. Yani yetişkinler gibi hemen organize olamazlar. Bu yüzden çocuklara “Odanı topla” gibi geniş bir görev vermektense, bu görevi bölümlere ayırmak çok işe yarayacaktır. Mesela, “Önce yerlere saçılmış şu oyuncakları bir topla bakalım” diyebilirsiniz. Bu bölüm bitince ufak bir ödül de çok işe yarar. Arkasından, “Şimdi kitaplığını toparla” diye devam edebilirsiniz. Böylece hem işler çocuğunuzun gözünde büyümez, hem de daha sistemli bir çalışma yapılmış olur.

8- Çocuğunuz gerçekten sinir krizine girmiş ve her şeye itiraz ediyorsa bir mola verin ve sakinleşmesini bekleyin. Biraz sakinleştikten sonra da karşınıza alıp konuşun. Ama konuşurken “Niye” soru kelimesini kullanmamaya özen gösterin. Çünkü buna konuşmak değil, hesap sormak deniyor. “Seni sinirlendiren şey tam olarak neydi?”, “Odanı toplamak mı seni bu kadar sinirlendirdi, yoksa başka bir problem mi var?” gibi gerçekten cevabını merak ettiğiniz soruları sorun. İletişim kurmaya başladığınızda problem de kendiliğinden çözülecektir.

9- Eğer her şeye itiraz etme problemini aşmak için her gün daha fazla vakit harcadığınızı fark ederseniz, bir uzmandan yardım isteyebilirsiniz. Bazen çocuğunuzla görüşen bir uzmanın tavsiyesi, sizin denediğiniz onlarca yoldan daha etkili olabilir. Veya şöyle de söyleyebiliriz; Uzmana para verdiğiniz için, beleşe nasihat veren büyüklerin sözlerinden daha etkili olabilir.

10- Çocuğunuzun itaatkâr olmasını istiyorsanız, siz de itaatkâr olun. Mesela önce kulluk vazifelerinizi gözden geçirin. Eğer yapılması gereken şeyleri tam olarak yapıyorsanız çocuğunuza kızmaya hakkınız var. Ama sizin de eksik gedik yönleriniz varsa, önce kendinizi düzeltin. Çocuk kendiliğinden düzelecektir.

Paylaşım: Meryem EBREM, TED Bodrum Koleji İlkokul Müdürü

Kaynak: http://www.gelecekegitimde.com/

Hiperaktif

Posted on Updated on

Gönderen: Canan GÜLDAL, TED Bodrum Koleji Görsel Sanatlar Bölümü Zümre Başkanı

Öğrencilerin Sesini Duymak İçin Sorabileceğiniz En Güçlü 5 Soru

Posted on Updated on

Bir sınıfta sorgulamanın canlı ve iyi olması için bir öğretmenin en çok stratejik sorular sorma konusunda uzman olması gerekiyor. Üstelik sadece iyi tasarlanmış sorular değil, öğrencileri kendi sorularına götürecek sorular sormayı da başarmalı.

Basit Tutun

Yıllar içinde öğrendiğim en önemli şey, kolay ve basit ifade edilen soruların en az girift ve ayrıntılı sorular kadar etkili olduğu. Bunu aklınızdan hiç çıkarmamanızı tavsiye ederim. Eğer yeni öğretmenlik yapmaya başladıysanız ya da belki de çok yeni olmasanız da soru sorma konusunda kendiniz geliştirmek istiyorsanız, hemen yarın şu beş soruyla başlayabilirsiniz:

#1. Ne düşünüyorsun?

Bu soru, bizi çok fazla şey anlatmaktan alıkoyar. Öğrencilere bilgiyi aktardığımız doğrudan ders anlatımı elbette gerekli, ancak bunu, öğrencilerin bu yeni bilgiyi kendi anlayışlarını kullanarak anlamlandırmaları ve uygulamaları için bolca fırsatla dengelemeye her zaman gayret etmemiz gerekiyor.

#2. Neden böyle düşünüyorsun?

Öğrenciler ne düşündüklerini paylaştıktan sonra bu tamamlayıcı soru, onları, düşüncelerine mantıklı bir açıklama getirmeye iter.

#3. Bunu nereden biliyorsun?

Bu soruyu sorduğunuzda öğrenciler, deneyimledikleri, okudukları ya da gördükleri şeylerle fikirleri ve düşünceleri arasında bağlantılar kurar.

#4. Biraz daha anlatabilir misin?

Bu soru öğrencilerin düşünmelerini genişletmeleri ve uzatmaları ve de fikirlerini desteklemek için daha fazla kanıt paylaşmaları konusunda onlara ilham verir.

#5. Aklında başka hangi sorular var?

Bu soru, öğrencilerin bilgiyle, fikirlerle ya da kanıtla ilgili akıllarında olan soruları ortaya çıkarmalarına izin verir.

Öğrencilerinize rutin olarak ve amansızca sorular sormaya ek olarak, onlara düşünmeleri için zaman verdiğinizden emin olun. En iyi süre nedir peki? Üç saniye? Dört, beş? Çocukların yaşına, konunun derinliğine ve çocukların rahatlık düzeyine göre bu düşünme süresi de değişecektir. Siz sadece kendinizi sessiz kalmak için zorlayın ve ellerin havaya kalkması için bekleyin.

Ayrıca ses tonunuzu bir şey açıklar gibi değil, gerçekten soru sorar gibi olacak şekilde ayarlayın. Bir şeyi beyan eder şekilde söylediğimizde, genellikle tek bir tonda ve düz bir sesle söyleriz. Diğer taraftan bir şeyi sorgularken ve soru sorarken sesimizde bir iniş çıkış olur.

Soruları cevaplamak ve kendi sorularını sormak konusunda öğrencilerinizin kendilerini daha rahat hissetmelerine yardımcı olmak için şunu deneyebilirsiniz: Bir soru sorun, bekleyin, ve sonra öğrencileri, cevabı bütün sınıfla paylaşmadan önce dönüp yanındaki öğrenciyle paylaşmaya davet edin. Bu hepsinin seslerinin duyulmasını sağlar. Ayrıca cevabı bütün bir sınıfın önünde paylaşmadan önce küçük bir prova yapma şansı verir.

Kaynak: egitimpedia

Evet, Bir Ebeveyn Olarak Çocuğunuza Zaman Ayırmanız Fark Yaratır!

Posted on Updated on

family-time

Anneler arasındaki savaştaki son “bombardıman”, ebeveyn olarak harcadığınız onca zamanın çok da önemli olmadığı üzerine. Ancak bu, The Washington Post, The Guardian, The Independent ve The New York Times gibi dünyanın en önemli gazetelerinde hakkında yapılan coşkulu ve yaygın haberlere rağmen pek de doğru görünmeyen bir iddia. (Araştırmanın sonuçlarına Eğitimpedia’dan da ulaşabilirsiniz: Araştırma: Çocuklarla Geçirilen Zaman Ne Kadar Önemli?)

Ebeveynlerin çocuklarıyla geçirdiği zamanın önemli olmadığı iddiası, bir grup sosyolog tarafından yapılan tek bir çalışmanın sonucu olarak ortaya çıktı. Sosyologlar ebeveynlerin çocuklarıyla geçirdiği zamanın çocuklarının ileride nasıl bir geleceği olacağı ile – akademik başarı, davranışsal ve duygusal sağlık anlamında – nerdeyse hiçbir ilişkisi bulunmadığını iddia ediyor. Yani araştırmanın sonucu özünde, bir ilişki “bulmamayı” iddia ediyor.

Bu “bulmama”, araştırmacıların ebeveyn katkılarını tam olarak ölçmeme hatalarının bir yansıması. Çalışma, özellikle, ebeveynlerin genelde çocuklarıyla ne kadar zaman geçirdiklerini ölçmüyor. Bunun yerine, her bir ebeveynin (anne-baba) iki belli günde (biri hafta içi ve biri de hafta sonu) çocuklarıyla ne kadar vakit geçirdiklerini ölçüyor.

İster çocuğuna yakın ister çocuğuna uzak bir ebeveyn kategorisine girin, sonuç daha çok haftanın hangi günlerinde araştırmacıların sorularına yanıt verdiğinize bağlı oluyor. Örneğin, bu haftaya çocuklarla Disneyland’a gitmek için işten birkaç gün izin alarak başladım. Pazar ya da Pazartesi günleri hakkında sorular soran bir araştırma, beni uyanık olduğu her anı çocuklarıyla geçiren ve onlara çok yakın bir ebeveyn kategorisine sokardı. Ama bugün işe geri döndüm ve geç saatlere kadar onları görmem olası değil. Bu yüzden bana başka günler yerine bugünle ilgili sorular soran bir araştırma, beni eve gelmeyen/ortada olmayan ebeveyn kategorisine koyacaktı. Gerçek şu ki; hiçbiri doğru değil.

Benim ebeveynlik katkımı bulma konusunda bu kadar zayıf bir iş çıkaran bir araştırmanın, çocuklarımın nasıl yetişkinler olacağıyla ilgili ortaya pek de doğru şeyler çıkaramaması hiç de şaşırtıcı değil.

Tek bir güne ait bilgilere dayanarak ebeveynlik yaptığınız süre hakkında fikir edinmeye çalışmak, tek bir güne bakarak gelirinizi ölçmeye çalışmaya benziyor biraz. Eğer dün maaş gününüzse zengin görünürsünüz, ama değilse, meteliksiz olarak kayıtlara geçersiniz. Ancak daha anlamlı bir zaman dilimi üzerinden gelirinize ya da ebeveynlik sürenize bakarak daha açık ve net bir resim elde edersiniz.

Chicago Üniversitesi’nde kamu politikası profesörü ve gelişimsel psikolog Ariel Kalil şöyle diyor: “Dün ne yaptığın, geçen yıl ne yaptığını temsil etmemeli.” Ebeveynlik yaptığınız zaman üzerine yapılan en kaliteli çalışmaların, ebeveynlerin çocuklarına ne sıklıkla kitap okuduklarına, oyun oynadıklarına ya da ödevlerine yardımcı olduklarına bir ay ya da daha uzun süre (katılımcıların ebeveynliğe olan farklı yaklaşımlarını temsil etmeye yetecek kadar uzun bir süre) boyunca odaklanmalarının sebebi budur.

Spor yapmaya yetecek zamanı olmayan, aylardır bir yetişkin filmi bile izlememiş ve romantik gece buluşmalarının sadece bir fikir olmak yerine gerçek olmasını dileyen yorgun bir ebeveyn olarak, neden çoğumuzun kendimize daha çok zaman ayırmamız gerektiğini iddia eden araştırmaları ateşli bir şekilde savunabileceğini anlıyorum. Belki bunu yapmalıyız da. Ama bunu, yanıltıcı ve güvenilmez araştırmalara dayanarak yapmamalıyız. En iyisi, ebeveynlik tercihlerimizi daha güvenilir ve geniş kapsamlı çalışmaların ışığında yapmak. Tıpkı Kalil’inki gibi: “Ebeveynler çocuklarıyla kaliteli zaman geçirdiklerinde, çocuklarının başarılı olma olasılığı daha yüksek oluyor”.

Paylaşım: Nermin ŞEKER TED Bodrum Koleji Sınıf Öğretmeni

Kaynak: http://www.egitimpedia.com/

ÖĞRENMENİN ÜÇ SİHİRLİ ANAHTARI

Posted on Updated on

Man jump through the gap. Element of design.

İnsanın yaşayabilmesi, öğrenmesine bağlıdır. Bilgiye bu kadar zorunlu yaratılmış insan için her yeni duyumsadığı bilgi keyif vericidir. Buna “öğrenmekten kaynaklanan haz” diyebiliriz.

Çocuklar da öğrenmekten haz alırlar. Ancak çocuğun bir bilgiyi edinmesinde 3 temel şart vardır. Bu şartlar yerine gelmediği takdirde öğrenmeler geçici olur ve bir süre sonra unutulur. Bu şartlar; “güven, hoşgörü, tevazu”dur.

Çocuk ile yetişkin arasında güven bağı oluşmamış ise orada eğitimden söz etmek mümkün değildir. Zira “güven” yoksa “kaygı” vardır. Kaygı varsa eğitim yoktur. Çocuğu kaygı altında tutarak, inciterek, kızarak, cezalandırarak, belki bazı bilgiler zorla “ezber” ettirilse de böylesi bir eğitim ortamında bilginin içselleşmiş hali olan “edinme” oluşamaz. Çocuk bugün öğrendiğini yarın, ilkokulda öğrendiğini ortaokulda unutur.

Bu açıdan bakıldığında bir eğiticinin en önemli yeteneği, iyi ders anlatıyor olması değil, öğrencisi ile “güven” bağını kurabiliyor olmasıdır. Güven bağının kurulabilmesinin temel şartı ise “hoşgörü” dür.

Çocuk, yanlış, hatalı ve eksik yaptığında öğretmeninin “Olsun, ben de yanlış yapıyordum önceden” diyen sesini işitiyorsa, duyduğu bu “hoş gören” sesin çocukta oluşturduğu duygunun adı güven duygusudur.

Çocuklar yetişkinler kadar yetenekli değildir. Onlar kadar kasları gelişmiş de değildir. Bu yüzden yetişkinlerden daha çok hata içindedirler.

Amerikalı mucit Profesör Henri Jinott, kendisini diğer insanlardan farklı kılan şeyi soranlara şu hatırasını anlatıyor: “Başarımın sırrı annemin 6 yaşımdayken bana takındığı bir tavırdır. 6 yaşımdayken buzdolabından süt alırken, süt şişesini düşürüp kırdım. Annem olayı görünce bana kızmadı. ‘Aaaa Henri, sütten ne güzel bir göl oluşturmuşsun. Bu gölde benimle biraz oynamak ister misin?’ dedi. Bir süre oynadıktan sonra annem ‘Biliyor musun Henri, herkes kendi yaptığı şeyleri kendisi toplamalıdır. Şimdi bu süt gölünü temizlemek için benden sünger mi istersin, havlu mu?’ diye sorduğunda kendimi çok değerli hissetmiştim. Elimden geldiğince dökülen sütü temizledikten sonra annemle dışarı çıktık. Annem bana bahçede, süt şişesinin düşürmeden nasıl taşınacağını gösterdi. Bu olay benim diğer insanlardan farklı olmamı sağlayan en önemli olaydır.”

Bazı yetişkinler, çocuğun hatasını bulup yüzüne vurmayı bir marifet zanneder. Böylece çocuğun daha az hata yapacağına inanırlar. Hâlbuki çocuklar hatalarını ortaya çıkartan yetişkinlerle değil, hoşgörü sahibi yetişkinlerle olmaktan mutludurlar.

Bir çocukta güven duygusunun oluşumunun ikinci şartı, tevazudur. Tevazu, “bildiğini bildirmemektir”, bildiğini hissettirmemek.

Çocuklar büyüklük tutkunluğu olan yetişkinlerden bilgi edinirken kaygılanırlar, ezilirler. Onlar, ancak alçak gönüllü ve kendisini “bilgisi ile ezmeyen” yetişkinlerle olmayı tercihe ederler.

6 yaşında bir erkek çocuğu ile konuşuyorduk. İlkokul birinci sınıfa gidiyordu. Okulda yazmayı öğrenip öğrenmediğini anlamak için, “Gel istersen ikimiz de ismimizi yazalım” diye önüne bir kâğıt ve bir kalem koydum. Çocuk eline kalemi aldı ama yazmadı. Önce bana baktı. Ben de mahcup olmasın diye onu seyretmeyi bırakıp kendi önümdeki kâğıda yavaş ve özenerek ismimi yazmaya başladım. Yazıp bitirdiğimde çocuk elindeki kalemi bıraktı, “Ben yazmayacağım” diyerek omuzlarını kaldırdı. Şaşırdım, ama neden yazmak istemediğini anlamıştım. Çünkü ben bir yetişkin olarak kalemi çok güzel kullanıyor ve güzel yazıyordum. Çocuk “Bu çok bilmiş!” yetişkinin karşısında kendisini mahcup hissetmemek için yazmaktan vazgeçmişti. Onu utandırdığım için utandım. Az sonra “Biliyor musun ben bu elimle de yazabiliyorum” diyerek durumu düzeltmeye çalıştım. Kalemi sol elime alıp yazmaya başladığımda yazım önceki gibi düzgün olmadı, çizgiler eğri büğrü idi… Çocuk, benim eğri büğrü çizgilerime baktı, önce tebessüm etti, sonra o da kalemi eline alarak yazmaya başladı.

Çocuk eğitimi, yetişkin eğitimi gibi değildir. Onlara, güven, hoşgörü ve tevazu içinde yaklaşmayan yetişkin, eğitici değil, zarar verici olur. Yetişkin nevrozlarının tamamına yakınında, çocukluk döneminde eğitimde yapılan hataların yer aldığı unutulmamalıdır.

Kaynak: http://www.aksiyon.com.trDünyalılar

Çocukların Duygular Hakkında Konuşabilme Yetisi

Posted on Updated on

duygu

Beni üç dört yaşında çocukların yüze kadar sayabilmesinden, matematiksel işlemler yapabilmesinden daha çok şaşırtan, mutlu eden ve umutlandıran bir beceri var bugünlerde. “Öğretmenim sen neden üzüldün?” diyerek bir yetişkinin yüz ifadesindeki ipuçlarını yakalayabilen ve onu kendi çapında avutmaya çalışan öğrencilerimizin olması. Ya da bir yaşıtı bahçede bulduğu bir salyangozun üzerine hiç düşünmeden basarken, salyangozu dikkatle ve özenle taşıyıp nazikçe toprağa bırakan başka üç yaşındaki öğrencilerimizin olması. Maalesef, günümüzde bu grup öğrenciler azalmaya başladı; çünkü birçok yetişkinin önceliği, zihinsel becerileri ve dil becerilerini çok iyi kullanabilen çocuklar yetiştirebilmek.

Diğerinin duygusunu anlamak, kendini bir başkasının yerine koymak ise, bunca ahlak gelişimi hedefleri arasında kaybolup giden, eğitim programlarında kağıt üzerinde olduğu gibi kalan ya da ezbere kullanılan becerilerden oldu. Öyle olunca da korkarım ki git gide zorbalıkla iç içe yaşayan nesiller yetişmeye başladı. Bunun toplumdaki yansımasını ise zaten her gün medyada görmekteyiz. Bir ağaca, bir çiçeğe, bir hayvana içi cız etmeden zarar veren insan ve meslek gruplarını izleyen ve onlara öykünen çocuklar için ülkenin her köşesinde acil empati çalışmalarına ihtiyaç duyulduğuna inanıyorum.

Okullarda bu konuda yapılacak çalışmaların yanı sıra, anne- babaların da çocuklarıyla henüz anne karnındayken bile duygular hakkında konuşabilmesi önemli. Toplumumuzda yetişkinler bile bunu çok iyi başaramazken, bırakın üzüntüsünü, kızgınlığını, sevgisini bile uygun şekilde anlatamazken “Çocuklar anlar mı ki?” “Çocuklar bunu nasıl yapacak?” diye soranlar oluyor; ancak duygular hakkında konuşulduğunu duyarak ve duygusal ipuçlarına dikkat ederek büyüyen çocuklarda bu beceri oldukça doğal gelişiyor.

Kızdığında kapıyı çarpıp çıkmak, bağırmak, şiddet kullanmak ya da küsmek yerine duygusunu konuşarak ifade eden anne ve baba ile büyüyen çocuk, o duyguları yaşadığında kendisi de konuşma yöntemine başvuruyor. Hatta başka bir ortamda farklı şekilde davranıldığını gördüğünde “Anne, biliyor musun arkadaşım Mert kızdığında bunu sözcükleriyle anlatmakta zorlanıyor, arkadaşlarımıza vuruyor” diyerek geliyor. Dolayısıyla çocukların genel olarak tüm diğer canlıların yaşam hakkına saygı duyması için ilk adım olarak, başkalarının duygu durumlarına dair ipuçlarını yakalayıp, insanları anlaması ve kendi duygularını da karşısındakine ifade edebilmesi çok büyük önem taşıyor. Bu amaçla, yetişkinleri modellemeleri başta olmak üzere birlikte yapılacaklar konusunda birkaç öneriyi sizlerle paylaşmak istiyoruz:

Her şeyden önce siz çocuğunuza yaşadığınız duyguları ve bu duyguların sizin üzerinizdeki etkilerini kelimelerle ifade etme konusunda yardımcı olun.

“Bugün çok mutluyum, anneannelerin geleceği haberini aldığıma sevindim, onları bir süredir görmediğim için çok özlemiştim.”

“Bugün canım sıkkın toplantımız biraz keyifsiz geçti, çok istediğimiz bir işi yapamayacağımızı öğrendik, şu an biraz üzgünüm, yalnız kalmaya ihtiyaç duyuyorum”

“Bugün biraz kızgınım, arkadaşımın şu davranışı beni hayal kırıklığına uğrattı, o yüzden yüzüm gülmüyor, kaşlarım çatık olabilir, bu meseleyi arkadaşımla konuşursam daha rahat hissedeceğim”

“Dün gece bir kabus gördüm. Sahilde seni yanımda göremeyince kaybolduğunu düşünüp korktum”

“Benim sana hatırlatmama gerek duymadan yemekten sonra dişlerini fırçalaman çok hoşuma gidiyor, seviniyorum, “benim oğlum büyümüş” diye düşünüp gururlanıyorum”

“Ben telefonla konuşurken bana seslendiğinde arkadaşımın ne dediğini anlayamıyorum, iki tarafta ne olduğunu anlamaya çalışırken yoruluyorum ve kızıyorum.” gibi davranışların etkileri konusunda konuştuğunuzda çocuğunuz da böyle durumlarla karşılaştığında bağırmak, vurmak, susmak, küsmek yerine yaşadıklarını ifade etmeye başlayacak.”

“Köpeğimizin ölmesine ben de çok üzüldüm. Onunla oynamak, onu sevmek, onunla koşmak çok hoşuma gidiyordu. Onu çok özleyeceğim. Onu artık görmeyecek olmak beni de çok üzüyor, o yüzden ağlıyorum. Onu özledikçe birlikte oynarken çektiğimiz fotoğraflarımıza bakabiliriz, onun için mektup yazabiliriz, birlikte yaşadıklarımızı anlatabiliriz.”

Sosyal ortamlarda, çocukların duygularını uygun şekilde ifade etmelerini öğrenmelerinde yol gösterici olmanız gerekir. Kızgınlık ya da kıskançlık gibi duygular yaşadığında bu duyguların da yaşayabileceği duygular olduğunu kabul edin, yalnız bu duygularını uygun şekilde anlatması için teşvik edin. Vurmak ya da bağırmak, bir şeyi ağlayarak istemek ve yaptırmaya çalışmak gibi tepkiler ortaya çıktığında bu davranışların kabul edilebilir olmadığı konusunda net olun ve nasıl daha farklı davranabileceği konusunda örnekler verin.

“Üzgün olduğunu görüyorum. (çocuğunuz ne olduğunu bilmediğini söylüyor) Okulda olan bir şey seni üzmüş ama ne olduğunu bilemiyorsun? Bu sana kötü hissettiriyor.” (onun size anlatmasına fırsat verin)

“Arkadaşının elinden oyuncağı almasına kızdığını biliyorum. Evet kızmakta haklısın, senden izin istemesi gerekirdi. Ama ona bunun için vurduğunda canı çok acıdı ve üzüldü. Kimsenin canını acıtmaya hakkımız yok. Ona vurmak yerine oyuncağı vermesi için ona ne diyebilirdin?”

“Oyuncak ayını evde unuttuğumuz için üzgün olduğunu biliyorum. Evet, onu çok seviyorsun ve tatile onu da götürmek istiyordun. O, en sevdiğin oyuncağın ve onunla oynamak çok hoşuna gidiyor. Evde kaldığı için çok üzgünsün.”

“Arkadaşını gördüğün için çok sevindiğini görebiliyorum. Birlikte koşmak, oynamak çok eğlenceli galiba. Heyecanlandığınızın farkındayım.”

“Arkadaşın seni ısırdığında canın acıdı ve ağladın. Senin canını yakmasına ben de çok üzüldüm. Kimsenin senin canını acıtmaya, senin istemediğin şekilde sana dokunmaya hakkı yok. (bir süre sonra çocuğunuz konuşmaya hazır olduğunda) Arkadaşının böyle bir durumda senin canını acıtmaması için onu durdurabilecek bir yöntem geliyor mu aklına? Evet, sana katılıyorum, bu aklına gelen üç fikri deneyebilirsin: Ona “dur/ yapma/ bana dokunma/ bunu istemiyorum” diyebilirsin, hala canını yakmaya çalışıyorsa oradan uzaklaşabilirsin, yanına tekrar gelip seni rahatsız etmeye çalışırsa öğretmenine durumu anlatıp ondan yardım alabilirsin.”

“Bir kabus gördün. O yüzden ağlıyorsun. Evet, haklısın, rüyanda gördüğün şey seni çok korkuttu, bu duygu hoşuna gitmedi. Uyandığında da karanlık olduğu için nerede olduğunu anlayamadın. İstersen şimdi ışığı açalım ve etrafa bakalım. Bunun sadece kabus olduğunu, aslında odanda ve güvende olduğunu göreceksin. Sonra tekrar uyuyana kadar ben yanında bir kitap okuyabilirim.”

“Parkta düştüğünde utandığını düşündüm, yüzün asıldı, biraz da kızardı, çocukların yanından uzaklaşmak istedin. Bazen benim de bazı şeyleri istediğim gibi yapamadığım oluyor. Bu önce biraz beni utandırabiliyor. Ama sonra tekrar tekrar denediğimde yapabildiğimi fark ettim, biliyor musun?”

“Buradan gitmek istemediğini, onun yerine oynamaya devam etmek istediğini, buradan gitmek zorunda olduğumuz için de bana kızgın olduğunu biliyorum. Sana oyununuzu sonlandırmak için zaman vermeye ve zamanı hatırlatmaya çalıştım. Buna rağmen oyunu bırakmak çok zor geldi farkındayım.”

Duygular hakkında konuşmak çocukların kendi duygularını anlamasına yardımcı olur. Bunu kendi hayatınız ya da farklı örnekler üzerinden sorular sorarak konuşabilirsiniz. Örneğin bir kitap ya da film kahramanının yaşadıkları ile ilgili şu soruları yöneltebilirsiniz:

Burada ne oldu?

Buradaki kişiler ne istiyor sence?

Niyetleri ne olabilir?

Sence nasıl hissediyor olabilirler?

Böyle hissetmelerinin nedeni ne?

Bu kişi sevindiğinde/üzüldüğünde/kızdığında/korktuğunda ne yapıyor?

Böyle davrandıklarında ne oluyor?

Diğerleri ne hissediyor?

Kendini ve duygularını daha farklı şekilde nasıl ifade edebilirdi?

Aynı zamanda şöyle oyunlar da oynayabilirsiniz:

Birlikte gazete ve dergilerden insan resimleri kesin ve bu kişilerin yüz ifadeleri ve nasıl hissedebilecekleri hakkında konuşun.

Bu resimlerden hikayeler uydurun, uydurmasını isteyin.

Çocuğunuza fasulyeler verin.

Farklı duyguları temsil eden resimler bulun. Ya da çocuğunuza üzüldüğünde yüzün nasıl olur? gibi sorular sorup o anki yüz ifadesinin resmini çekin. Sonra da bu resimleri masaya koyup çeşitli olaylar uydurun:

Arkadaşın senden izinsiz oyuncağını alsa ne hissedersin?

Bir kabus gördüğünde nasıl hissedersin?

Anneannen en sevdiğin tatlıyı yaptığında nasıl hissedersin?

Daha sonra çocuklardan bu durumlarda nasıl hissediyorlarsa o resmin üzerine fasulyeleri koymalarını isteyin. Eğer hissettiği duygu güçlü ise, daha çok fasulye koymasını, zayıfsa daha az fasulye koymasını söyleyebilirsiniz. Ayrıca, çocuğunuzun bu gibi durumlarda vücutlarında neler hissettiklerini de sorabilirsiniz (korktuğunda vücudunda neler oluyor? Kalp atışın değişiyor mu, ellerin terliyor mu?) Buna göre, resim yapabilir ya da kendi fotoğrafının üzerinde vücudunda yaşadığı tepkiyi işaretlemesini isteyebilirsiniz.

Doğru-yanlış oyunu oynayın. Bu oyunu kuklalarla oynayabilirsiniz. Çocuğunuza kırmızı ve yeşil kart verin.

“İki kız birlikte oynuyor. Biri diğerinin oyuncağını aldı, diğeri de ona vurdu”  vakalar uydurun. Bu davranış doğru ise yeşil kartı, yanlış ise kırmızı kartı göstermesini söyleyin. Bu hikâyedeki her iki çocuğun da niyeti, davranışı ve duygusu hakkında ayrı ayrı konuşun.

Bu ve buna benzer egzersizleri sizler de yaratıcılığınızı kullanarak çeşitlendirebilirsiniz.

Unutmayın! Çocuklar da sizin hissettiğiniz duyguları yaşar ama sizin gibi ifade edemez, onlara ne yaşadıklarını fark etmeleri ve yaşadıklarını isimlendirmeleri konusunda yardımcı olmak, onların bu duygularla baş etmelerini ve başkalarının duygularını anlamalarını böylece birlikte yaşamalarını kolaylaştıracak. Gelecek nesiller için yapabileceğimiz en büyük iyiliklerden biri, birbirini anlayan, birbirinin ne yaşadığını önemseyen bireyler yetiştirmek.

Gönderen: Nermin ŞEKER TED Bodrum Koleji Sınıf Öğretmeni

Kaynak: http://merakedencocuk.com/2015/06/cocuklarin-duygular-hakkinda-konusabilme-yetisi/

Okulun İlk Günü İçin 10 Oyun Önerisi

Posted on Updated on

collaboration-hands-658x474

Takım çalışması aktiviteleri okulun ilk günü için harikadır. Öğrencilerin sadece çeşitli rutinler, beklentiler ve tavırlar belirlemelerini sağlamakla kalmaz, aynı zamanda eğlencelidirler ve öğrencilerin kendilerini rahat hissetmelerine de yardımcı olur. Her ne kadar yaşça daha büyük olan pek çok lise öğrencisi bu oyunların düşüncesine bile dayanamasa da, bu eğlenceli oyunları çocuksu bulup reddetmeden önce bir tanesini denemenizi tavsiye ederim. Çok şaşırabilirsiniz. Şunu unutmayın: Hangi oyunu seçerseniz seçin, oyun için kurallarınız ve bu kurallar üzerinde yapacağınız herhangi bir revizyon, tamamen oyunu oynadığınız sınıfın doğasına göre şekillenmelidir. Bazı öğrenciler “oyun” fikri dolayısıyla kendilerini aşırı “serbest” hissedebilirler. Özellikle orta okuldakiler. Bu öğrencilere beklentiler dikkatli bir şekilde anlatılmalıdır.

1. Ben de!

İlk öğrenci kendisiyle ilgili bir bilgi verir: Basketbolu severim, iki kız kardeşim var gibi. Eğer bu, bir başka öğrenci için de doğruysa, o öğrenci ayağa kalkar ve “Ben de!” der. İsterlerse oyunu oturarak da oynayabilirler. O zaman ellerini kaldırıp “Ben de!” diyebilirler.

2. Parktaki Bank

İki adet sandalye bir bank oluşturmak için bir araya getirilir. İki öğrenci, hayali bir haber hikayesinde olup bitenleri canlandırmak için gönüllü olur ya da öğretmen tarafından seçilir. Ne olduğunu tam olarak söylemeden “olayı” tartıştıkları bir sahneyi hazırlamaları için öğrencilere birkaç dakika süre verilir. Verilen zaman (1-5 dakika) dolduktan sonra akranları olayın ne olduğunu tahmin etmeye çalışır. Dört önemli detayı bilmek zorundalar: Kim, Ne, Nerede ve Ne Zaman…  Örneğin:Ne: Lise basketbol maçı

Kim: Kentucky ve Kansas

Ne zaman: Nisan başı

Nerede: New Orleans

3. Gerçek ya da Kurgu

Çember şeklinde duran öğrencilerden biri kendisiyle ilgili bir gerçek ve bir de kurgu bir şey söyler. Diğerleri hangisinin gerçek, hangisinin kurgu olduğunu söylemek için ellerini kaldırırlar. Doğru cevabı bilen bir sonraki oyuncu olur. Oyun bütün oyunculara sıra geldikten sonra biter.

4. Yeşil Kapı

Lider bir konu seçer, ama kimseye söylemez. Sadece “Yeşil kapıdan bir ____ getirebilirsiniz” der. Öğrencilerden, yeşil kapıdan başka nelerin getirilebileceğini sorarak konunun ne olduğunu bilmeleri beklenir. “Yeşil kapıdan bir _____ getirebilir miyim?” diye sorabilirler.Lider sadece evet ya da hayır diye cevap verebilir. Konuyu bildiklerinde, konu değiştirilir. Bir konuşmanın bir bölümü, renkler, geometrik şekiller, tarihi kişiler gibi pek çok farklı şey konu olarak seçilebilir.

5. Bir Dakikalık Konuşma

Öğrencilerden herhangi bir şey hakkında 60 saniyelik bir konuşma yapmaları istenir. Çok sevdikleri ya da belli bir uzmanlıkları olan konuları kendileri seçebilirler ya da öğretmen tarafından verilen konular seçilebilir.

6. 10′a Kadar Say

Öğrenciler çember şeklinde ayakta durur. İlk öğrenci “1″ ya da “1,2″ der. Bir sonraki öğrenci diğer öğrencinin bıraktığı yerden devam eder ve en fazla iki sayı söyleyebilir. Hareket saat yönünde sayı 10′a ulaşıncaya kadar devam eder. 10′uncu öğrenci oturmak zorundadır. Ve oyun bir sonraki öğrenciyle tekrar 1′den başlar. Oyunda hiçbir şekilde duraklama ya da sessiz sayma olmamalı. Herhangi bir duraklamada ya da öğrencinin saydığına/hesapladığına dair bir belirtide öğrenci oturmak zorunda kalır. Ayrıca oyun sırasında konuşmak da elenme sebebidir. Ana fikir, “10″ dememeyi başaracak şekilde stratejik olarak saymaktır.

7. Asla!

Öğrenciler daire oluşturur. İlk öğrenci daha önce hiç yapmadığı bir şey söyler. O öğrencinin yapmamış olduğu şeyi yapmış olan öğrenci, dairenin merkezine geçer. Her öğrenci yaptığı bir şeyi söyleyene kadar oyun devam eder.

8. Sihirli Top

Öğrenciler daire oluşturur. İlk öğrenciye hayali bir top “verilir.” Öğrenci hayali topu yeni bir şekle sokar ve onu yanındaki kişinin eline verir. Sessiz bir aktivitedir. Herhangi bir konuşma/ses öğrencinin oturmasıyla sonuçlanır. Oyundan sonra öğrenciler “heykelin” ne olduğunu tahmin etmeye çalışabilir.

9. Sessiz Sıra

Öğrencilere belli bir kriter verilir ve bir hedefe ulaşmak, diğer sınıflarla rekabet etmek ya da bir ödül almak için (serbest okuma zamanı, ödev yapmamak gibi) mümkün olduğunca hızlı bir şekilde ve sessizce bu kritere göre bir sıra oluşturmaları istenir. Kriter, doğum günlerine göre sıralanmak gibi basit bir şey de olabilir, hayallerindeki üniversite ya da kariyerin alfabetik sıralaması gibi daha karmaşık bir şey de olabilir.

10. İç-Dış Daire

Öğrenciler daire içinde bir daire oluşturur. İdeal olanı her iki dairede de eşit sayıda öğrenci olmasıdır. İçerideki dairenin üyeleri dışarıdaki dairenin üyeleri ile eşleşir. Aktivite lideri (genellikle öğretmen olur ama bir öğrenci de olabilir) bir konu sunar ya da soru sorar. Eşler 10 saniye (ya da daha az) süresince birbirleriyle paylaşım yapar. Lider, içerideki dairenin saat yönünde belli bir sayıda dönmesini ister. Bu kez karşılarında duran yeni eşlerle işbirliği yaparlar. Bu şekilde dersin içeriği ile ilgili bir konu ya da hatta güncel bir olay hakkında hızlı bir tartışma yapmaları teşvik edilir.

EğitimPedia

Kaynak: http://www.teachthought.com/teaching/10-team-building-games-for-the-first-day-of-class/

Sol Beyin/Sağ Beyin Miti

Posted on Updated on

Orjinal Başlık: The left brain/ right brain myth  1

sol-beyin-sag-beyin-miti-1030x475

Nasıl bir insansınız; yaratıcı mı duygusal mı? Belki de sanatçı ya da müzisyensindir? Sanatçı ya da müzisyenseniz büyük olasılıkla beyninizin sağ yarım küresi baskın, değil mi? Belki de gerçekçi, analitik ve mantıklı düşünen birisinizdir? Belki bir matematikçi belki de bir mühendissiniz? Bu durumda büyük olasılıkla beyninizin sol yarım küresi baskın. Yaratıcılık ve duygular beynin sağ yarı küresindeyken, akılcılık ve mantığın sol yarı kürede bulunduğunu kim bilmiyor ki! Herkes bu popüler, insanların kişiliklerini ve düşünme biçimlerini belirleyen beynin sağ ve sol yarım küresinin baskınlığı kavramıyla karşılaşmıştır. Ancak bu, yaygın olarak görülen bir kavram yanılgısıdır. Bu yazıyla biz bir yarım kürenin baskınlığının sonucu oluştuğu değerlendirilen düşüncenin nasıl açığa çıktığını ve bu düşüncenin bir işlem olarak sadece sol ya da sağ yarı küreye atfetmenin neden bir kavram yanılgısı olduğunu tartışacağız.

Beynin iki bölümü, iki düşünme biçimi? İki farklı kişilik?

Bir yarım kürenin “baskınlığı” kavramı, beynin iki yarım küresinin farklı bilgi işleme özelliklerine sahip olmasıyla açıklanmaktadır (Tablo1). Buradaki düşüncelerin temelini, beynin sağ ya da sol yarım küresinin baskın kullanımının bir insanın düşünme şeklini ve kişiliğini belirlediği oluşturmaktadır.

Sol yarım küre ona atfedilen özelliklere göre; akılcı, entelektüel, mantıklı, analitik ve sözel işlemlerle ilgilidir. Bu yarım küre mantıksal ve tümevarımsal olarak sözel ve sayısal bilgi işleme süreciyle özelleşmiştir. Bu ise, sol yarım kürenin bilgiyi ve bütünün parçalarını teker teker analiz etme, ayrıştırma yoluyla parçalayıp incelediği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla sol yarım küre, bilgiyi doğrusal ve düzenli bir şekilde, sırayla işlemektedir.

Bu nedenle, sol beynin ayrıntılı bilgilere eğilimi olduğu, analiz etme ve yapılandırma süreçlerinde çok yetkin olduğu, dil, okuma ve yazma, cebir, matematik problemleri, mantıksal işlemler ve bilginin seri bir şekilde sıralanmasını içeren görevler için en uygun yarım küre olduğu öne sürülmüştür. Sol beynin bu düşünme ve problem çözme özelliklerine dayanarak, bu küreyi baskın olarak kullanan insanların; gerçekçi, entelektüel, ayrıntıya odaklanan, mantıksal ve analitik düşünen kişiler olduğunu iddia edilmektedir. Sonuçta bu özelliklere sahip insanların matematik, mühendislik ve fen bilimleri gibi alanlarda başarılı olacağı değerlendirilir.

Tablo 1. Beynin iki yarım küresinin varsayılan özellikleri
Sözel Sözel olmayan, Görsel-mekansal
Sıralı/ardalanan işlemler Eş zamanlı işlemler
Mantıksal Bütüncül
Analitik Sentezleme, bütünleyici
Rasyonel, düşünsel Sezgisel, Duygusal

Sol beynin analitik düşünme baskınlığının aksine, sağ beyinin; sezgisel, duygusal, bütüncül, sentezci, sözel olmayan, görsel işleme yapan yaratıcı ve tümdengelimsel düşünce yoluyla çıkarım yaptığı öne sürülmüştür. Bu bakış açısı ile sağ yarım küre tüm bilgiyi bir araya toplayarak aynı anda işlemektedir. Yani sağ yarım küre düşünürken “ağaçları değil ormanı görmektedir”. Örneğin sağ küre baskınlığında üç boyutlu şekillerle ilgilenilmesi gerektiğinde insanlar resimlerdeki farklılıklara değil benzerliklere odaklanmaktadır. Dolayısıyla karmaşık konfigürasyonlar, modelleri anlama ve model tanıma, yüz tanıma ve görsel ilişkiler gibi birçok bilginin aynı anda işlenmesini gerektiren işlerde sağ yarım küre güçlü görülmektedir. Bu özelliklerden dolayı, beynin sağ yarım küresini ağırlıklı olarak kullanan insanlar sanatsal, sezgisel, duygusal, hayal gücü geniş ve görsellik odaklı olarak nitelendirilmektedir. Bu insanların, sentezleme ve kavramsallaştırma becerileri gerektiren, dolayısıyla düşünceleri toplama birleştirme karşılaştırma ve yeni fikirler üretmek için tekrar düzenleme işlerinde iyi oldukları düşünülmektedir. Ek olarak, bu insanların güçlü ve gelişmiş duygusal ve estetik duyarlılıkları olduğu, yaratıcı düşünceler gerektiren ve çoğunlukla sanatsal meslekler icra ettikleri öne sürülmektedir.

Öğrenme ve eğitimde bir yarım kürenin baskınlığı kavramı

Bir yarım kürenin baskınlığı kavramına göre, bilgi iki beyin yarım küresinde farklı şekilde işlenmektedir. Baskın olan beyin yarım küresinin bilginin işlenme şeklini belirlediği ifade edilmektedir. Bu yaklaşıma göre, öğrenme ve düşünme süreçlerinin beynin iki yarım küresinin de dengeli bir şekilde kullanılmasıyla geliştirilebileceği varsayılmıştır. Sonuç olarak öğretme ve eğitim programları hazırlanırken daha az baskın olan yarım küreyi güçlendirme ve iki yarım küreyi eş zamanlı çalışır hale getirme önemli görülmeye başlanmıştır. Okulun analiz etme, mantık ve doğruluk gibi daha çok sol beynin düşünme ve öğrenme yollarını geliştirmeye çalıştığı varsayımından hareketle, yenilikçi birçok öğretim tekniği sağ yarım küre aktivitelerini kapsamaya çalışmıştır. Beynin iki tarafını da kullanmayı amaçlayan öğretim metotlarına; sadece beynin sol yarım küresini kullanarak bir metni okumaktansa, öğretmenin ayrıca sağ beyni aktive etmeyi sağlayacak resimleri ve grafikleri kullandığı “göster ve anlat” aktivitesi örnek gösterilebilir. Müzik, metafor, drama, meditasyon, resim çizmek, gibi aktiviteler temelde beynin iki yarım küresi arasındaki eşgüdümü sağlamak için yapılmaktadır. Beynin iki yarım küresiyle ilgili öğretim ve problem çözme ilişkiselliği Tablo 2’de verilmiştir.

Tablo 2. Problem çözme becerileri ve ilişkili öğretim yöntemleri yanlış bir şekilde iki beyin yarım küresine atfedilmiştir
Rasyonel Duygusal, sezgisel
Farklılık odaklı Benzerlik odaklı
Problemleri mantıki yollarla ve sıralı işlemler şeklinde çözer, parçalara odaklanır Problemleri önseziler yardımıyla şekiller ve örneklere bakarak çözer
Planlı ve yapılandırılmış Değişken ve spontan
Öğretim yöntemleri Öğretim yöntemleri
Sözel talimatlar Görsel talimatlar
Konuşma ve yazma Çizim ve hareketli objeler
Çoktan seçmeli sorular Açık uçlu sorular

Bu yöntemlerin eğitim ortamlarında kullanılması bir anlam atfedilmese de zaten değerlidir. Ancak savunulan yaklaşım bu bağlamda zayıf bir temele dayanmaktadırlar. Beynin iki yarım küresini sadece belirli beceriler ve nitelikler üzerine oturtmak ve bunu eğitimde uygulamak, beynin potansiyelini ve gösterdiği eğilimleri fazlasıyla basitleştirmektir. Bu tutum, yazının devamında daha detaylı tartışılacaktır.

Bir Yarım kürenin baskınlığı kavramının kökeni

Tarih boyunca, insanların entelektüel becerileri sıklıkla iki ayrı kategoriye ayrıldı; sentezleme ve yaratıcılık becerilerine karşı eleştirel ve analitik beceriler. Bu düşünceler 19. Yüzyıl nörofizyolojisinde beynin iki yarım küresine gönderme yapılarak tartışılmış ve bu bağlamda en önemli kuram haline gelmiştir. 1844’te, Arthur Ladbroke Wigan “ Deliliğin Yeni Görünümü: Aklın İkilemi” adında bir kitap yayınlamıştır. Bu kitapta, bağımsız düşünme şekillerini içerecek şekilde bağımsız iki ayrı bölüm olarak beynin iki yarım küresinden bahsedilmiştir. Bu iki yarım küre, genellikle birlikte çalışır ancak bir problem durumunda birbirlerine karşı da çalışabilmektedir. Bu düşünce hızla popüler hale gelmiştir. Robert Louis Stevenson’un “Doktor Jekyll ve Bay Hyde’nin tuhaf durumu”(1886) adlı eğitimli sol beyne zıt olarak çalışan duygusal, ilkel ve kontrolden çıkması kolay sağ beynin hikâyesi popüler kültürde de yerini almıştır.

Dil asimetrisi ve sol beynin baskınlığı

Fransız nörolog Pierre Paul Broca, beynin iki yarım küresinin farklı işlevleri olduğu fikrini destekleyen ilk deneysel kanıtları sunmuştur. Broca, 1861 ve 1863 yılları arasında dilsel işlevleri zayıflamış olan 20’den fazla ressamın ölümlerinden sonra beyinlerini incelemiş; bütün hastalarda, sağ beyinde hiçbir sorun yokken, sol yarım kürenin ön kısmında bir hasar tespit etmiştir. Broca gözlemlerine dayanarak, konuşma becerisinin sol beynin ön yarım küresinde yer aldığı sonucuna ulaşmıştır. Birkaç yıl sonra, Alman nörolog Wernicke, Broca’nın dilin beyindeki yerleşimiyle ilgili bu görüşünü genişletmiştir. Broca gibi o da, dilsel gelişim zayıflığı görülen kişilerin beyinlerini incelemiş; bu otopsi çalışmalarına dayanarak, dil kavrama becerisinin sol yarım kürenin temporal bölgesinde konumlandığını ifade etmiştir. Broca ve Wernicke, dilin iki önemli faktörü olan dil kavrama ve üretme becerilerinin sol yarım kürede yer aldığını öne sürmüştür.

1960’lara kadar, dil asimetrisi hakkındaki gözlemler, beynin farklı bölgelerinden farklı şiddette ve farklı nedenlerle zarar görmüş hastalar üzerinde yapılan otopsi çalışmalarına dayanmaktaydı. Bu konudaki eleştiriler dilsel işlevin tam olarak asimetriye uğramamış olabileceğini dile getirmektedir. Ancak, dil asimetrisi için ortaya konmuş sınırlı sayıdaki kanıtlar, beyni bölünmüş hastalar üzerindeki çalışmalardan ileri gelmektedir. Bu hastalarda, beynin iki yarım küresini bağlayan sinir lifleri, bir yarım küreden diğer yarım küreye epileptik nöbetlerin yayılmaması için kesilmiştir.

Sonuç olarak, ayrık beyin deneyleri araştırmacılara beynin iki yarım küresinin işlevini birbirinden izole bir şekilde çalışabilme fırsatı sağlamıştır. Beyni bölünmüş olan hastalar üzerinde yapılan bu öncü çalışmalar, Nobel Ödülünü kazanmış olan Roger Sperry ve arkadaşları tarafından 1960’lar ve 1970’lerde California Teknoloji Enstitüsünde hayata geçirilmiştir. Bu çalışmalar, yarım kürelerin dil asimetrisi ve diğer becerilerine göre özelleşmesine daha ileri deneysel kanıtlar sağlamıştır. Olası işlevsel farklılıkları değerlendirmek için, Roger Sperry ve arkadaşları beyni bölünmüş hastaların beyinlerinin yalnızca bir tarafına bilgi göndermiştir. Örneğin, hastalardan iki ellerini de bağımsız bir şekilde kullanarak nesnelere bakmadan tanımlamaları istenmiştir. Bu yöntemi anlamak için, duyu ve motor işlevlerin simetrik bir şekilde beynin iki yarım küresi arasında ayrıldığını bilmek önemlidir; sol yarım küre vücudun sağ tarafı için bilgi işlerken sağ yarım küre bunun tersini yapmaktadır. Bu yüzden, sağ el nasıl hissettiği ile ilgili bilgiyi sol yarım küreye göndermektedir. Sperry’nin deneyleri ilginç bir sonucu ortaya koymuştur; beyni bölünmüş hastalar bir nesneyi sağ eliyle, yani sol beyin yarım küresiyle algıladığında, nesneyi kolayca isimlendirebilmektedir. Bunun tersi bir şekilde, sol elle dokundukları bir nesneyi, yani sağ yarım kürede işlenen bilgiyle isimlendirilmektedir. Bu bulgu dil asimetrisi ile ilgili süregelen uzun tartışmalara nokta koymuştur. Sol beyin yarım küresinin, birçok kişi için dil fonksiyonlarının ana merkezi olduğu tartışmasız bir şekilde doğrulanmıştır.

Dil işlevinin iki beyin yarım küresi için farklı göstergelerini inceleyen bu araştırmalar, sol yarım küreyi sözel olan, sağ yarım küreyi ise sözel olmayan işlemlerin baskın merkezi olarak tanımlama fikrine yol açmıştır (Tablo 1). Dilin insanın en büyük bilişsel başarısı olarak görülmesinden dolayı, dilin asimetrisi ile ilgili bu bulgu aslında bir yarım kürenin diğeri üzerine baskın olduğu, bu doğrultuda sol beyin küresinin dilsel yeteneğin merkezi olduğu yanlış algısının temelini atmıştır. İngiliz Nörolog John Hughlings Jackson 1868’da, bir yarım kürenin baskınlığı kavramını şu şekilde açıklamıştır: “Beynin iki tarafı birbirinin kopyası değildir, örneğin beynin bir tarafı zarar görse kişi sadece konuşamaz. En üst bilişsel işlemlerden olan dilsel işlemlerin başarılması için bir taraf öncü olmalıdır. Ek olarak birçok insanda, öncü sol beyin yarım küresi – irade yarım küresi- iken, sağ yarım küre -otomatik çalışan- yarım küredir.”

Sağ beynin görsel-mekânsal ve duygusal baskınlığı

Beyni bölünmüş hastalarla yapılan diğer deneylerde, sağ yarım kürenin görevleri araştırılmıştır. Bu deneylerin sonuçlarına göre sağ yarım küre karmaşık görsel ve mekânsal durumlarla ilgili işlemler için özelleşmiştir. Sperry ve Gazzaniga tarafından beyni bölünmüş bir hasta olan W.J ile ilgili bir video, sağ yarım kürenin görsel-mekânsal görevlerdeki üstünlüğünün en önemli göstergelerinden birisidir. Bu deneyde hastaya zar şeklinde bir küp verilmiştir. Bu küpün iki yüzü tamamen kırmızı, iki yüzü tamamen beyaz ve iki yüzü çapraz bir ayrımla yarısı kırmızı yarısı beyaz olacak şekilde boyanmıştır. Hastanın görevi, önceden hazırlanan kartlarla gösterilen modellere göre zarların renkli yüzeylerini kullanarak şekiller düzenlemesidir. Videonun başında W.J kartları sol eliyle (sağ yarım küresiyle) hızlı bir şekilde düzenlemekte ancak, aynı şeyi sağ eliyle yaparken çok büyük zorluk yaşamaktadır. Yavaş ve kararsız bir şekilde zarları çevirmekte ancak sol eli yardım ettiğinde hızlı bir şekilde zarları düzenlemeye başlamaktadır. Araştırmacı W.J’nin sol elini yavaş bir şekilde arkaya doğru çekip, W.J yeniden kaybolmuş bir şekilde yalnızca sağ elini kullanmakta ve zarları düzensiz bir şekilde hareket ettirmektedir. Bu video, Roger Sperry’nin diğer çalışmalarında olduğu gibi, sağ yarım kürenin görsel mekânsal tepkilerin işlenmesindeki üstünlüğü açıkça görülmektedir. Sağ beyin küresinin rolü klinik vaka araştırmaları ile daha da kuvvetlendirilmiştir. Sağ yarım küresi hasar görmüş bir hasta benzer yüzleri tanıyamamaktadır. Sağ beyin yarım küresinde hasar bulunan diğer hastalar, mekânsal yönelim konusunda zorluk yaşamaktadır.

Dahası klinik çalışmalar, araştırmacıları sağ beyin küresinin duygusal işlemler konusunda özelleştiği varsayımına yöneltmektedir. Duyguları fark etme ve ayrıştırmada olduğu gibi, duygusal ifadelerde sağ beyindeki lezyonlardan sonra bozulma yaşanmaktadır; örneğin sağ yarım küre lezyonları bulunan hastalar kelimelerin duygusal tonlamasını tanımlamakta güçlük çekmektedir. Ek olarak, yüzdeki duygusal ifadeleri tanımakta da güçlük çekilmesi, sağ yarım küredeki lezyonlarla ilişkilendirilmiştir. Bu klinik çalışmalar davranışçı çalışmalarla da desteklenmiştir. Uyaranın sol kulağa (sağ yarım küre) verilmesi durumunda duygusal konuşma özelliklerini tanımak daha kolay olmaktadır. Ve uyaranın sol görsel alana da verilmesi durumunda (sağ yarım küre) içerik daha duygusal değerlendirilmektedir. Hatta otonom sinir sistem bu durumda daha güçlü tepki vermektedir.

İki yarım küredeki sıralı ve paralel işlemleri

Kısaca şimdiye kadarki bulgular; “sözel sol beyne; sözel olmayan, görsel-mekânsal ve duygusal işlemler sağ beyne ait” düşüncesine dayanmaktadır. Yarım kürelerin ayırt edici diğer özellikleri, sol beynin sıralı işlemler ile sağ beynin paralel işlemler ile ilgili olduğunu gösteren Tablo 1’de listelenmiştir. Bu düşünce, sol yarım küre hızlı değişiklikleri işleyip ve uyarana ait detay ve özellikleri analiz ederken, sağ yarım kürenin paralel ve uyarana ait bütüncül özellikleri işlediğini söyleyen çok yaygın -ama çoğunlukla kabul görmemiş olan- bir modeli ortaya koymaktadır. Tablo 1’de (analitik, gerçekçiye karşı bütüncül, sezgisel) belirtilen yarım kürelere ait diğer özellikler bilimsel kanıtlarla çok iyi desteklenememiş olup, tartışmalı olarak kalmıştır. Sözel ve sözel olmayan arasındaki farktan başlayarak, zihinsel işlemler ve yarım küreler arasında çok daha soyut kavramlar ve ilişkiler geliştirilmiştir. Bu süreç boyunca, iki yarım kürenin farklılığı konusundaki düşünceler bilimsel sonuçlardan oldukça uzaklaşmıştır.

Beynin iki yarım küresi ve düşünme şekilleri

Bazı araştırmacılar beyin yarım kürelerinin özelleşmiş işlevlerini farklı düşünme biçimleri olarak yorumlamıştır. Bu yüzden, dilin ve uyaranın sıralı işlenmesinin sol beyin küresinde konumlandırılması gerçekçi, analitik, mantıklı düşünme şekilleriyle eş tutulurken, sağ beyinde sözel olmayan, görsel-mekânsal işlemlerle birlikte paralel işlemlerin konumlandırılması bütüncül, sezgisel, duygusal düşünme şekilleriyle eş tutulmuştur.

Psikolog Robert Ornstein 1970’de yayımladığı etkileyici kitabı “bilincin psikolojisi” kitabında, batılı insanların beyinlerinin sadece bir yarım küresini, dolayısıyla zihinsel kapasitelerinin sadece yarısını kullandığını öne sürmektedir. Ornstein batılı insanların dil ve mantıksal düşünceye odaklanmaları nedeniyle iyi eğitilmiş bir sol yarım küreye sahip olduğunu ancak sağ yarım kürelerini ve onun sezgisel ve duygusal düşünme biçimini ihmal ettiklerini iddia etmektedir.. Kısaca, Ornstein sol yarım küreyi batılı insanların analitik ve mantıklı düşünme şekliyle eş tutarken, sağ yarım küreyi doğunun sezgisel ve duygusal düşünme şekliyle eş tutmaktadır. Böylece, akıl ve sezgi ikilemi beyin yarım kürelerine dayanan ayrı bir psikolojik zemin kazanmıştır. Sonuçta ise bu çıkarım, bilimsel bulguların çok uzağında olan yanlış varsayımlar ve yorumlara sebep olmuştur. Gerçek ve sanı bulanık bir hal almış ve beynin iki yarım küresine yalnızca iki farklı düşünme biçimi değil, iki farklı kişilik de atfedilmiştir. Bir yarım kürenin baskınlığı ile birlikte, sağ küresel ve sol küresel düşünme biçimi kavramları insanların bu iki düşünme biçiminden birine daha eğilimli olduğu düşüncesine yol açmıştır. Beynin iki yarım küresinden birini kullanmanın bireyin bilişsel süreciyle ilgili bilgi verdiği aslında bir varsayımdır. Bu varsayım kabaca; rasyonel ve analitik düşünen insanların beynin sol yarım küresini kullanan, bunun tersinde bilgiyi sezgisel ve duygusal olarak işleyen insanların beynin sağ yarım küresini kullan kişiler olduğu gibi bir ayrım getirmiştir. Sonuçta yarım kürelere özgü düşünme şekilleri ve bilişsel süreçlerle ilgili tartışmalar günümüzde oldukça popüler hale gelmiştir. Konuyla ilgili çok çeşitli yayınlar, etkinlikler ve kişisel gelişim kitapları bulunmakta; hatta uygulamaları eğitimde bile görülebilmektedir.

Öğrenme ve eğitimde yarım küresel düşünme ve kişilik şekilleri

Sol ve sağ yarım küresel düşünme kavramlarının kişilik türleri ile ilişkisi eğitim uygulamalarına yönelik birçok soruyu da beraberinde getirdi. Hangi öğrenme ve öğretme yönteminin öğrencilerin yarım küre özelliklerini en fazla dikkate alıdığı sorusu sorulmaya başlandı. Okul müfredatları beynin bir bütün olarak kullanılmasını sağlayacak şekilde nasıl tasarlanabilir? Eğitim sistemimiz dil ve matematiğe odaklanarak sol yarım kürenin kullanılmasına daha fazla mı ağırlık veriyor? Sağ yarım küreye ait beceriler nasıl geliştirilebilir?

Bölünmüş beyin ameliyatının öncülerinden olan Joseph Bogen, psikolog Robert Ornstein’ın gibi araşrımacılar, gelişmiş toplumlarda dil işleme süreçlerini kullanmaya, yani sol yarım küresel düşünme şekillerine odaklanmaya yönelik etkinin daha yüksek olduğunu belirtmiştir. Bunun tersi olarak, benzer toplumlarda yaratıcılık gibi sağ küresel düşünme şekillerinin ihmal edildiğini öne sürmüştür. Eğitim sistemimizi kapsayarak, toplumumuzun yalnızca zihinsel kapasitenin yarısını kullanmaya odaklandığı ve bunun sol yarım küresel düşünme şekli olduğu, diğer yarım küreyi yani sağ yarım küresel düşünmeyi ihmal ettiği giderek daha çok yaygınlaşan bir düşüncedir. E.P. Torrance ya da Madeline Hunter gibi ünlü eğitimciler, okullardaki mevcut öğretim ve değerlendirme yöntemlerinin bir yarım kürenin baskınlığı kavramı doğrultusunda değiştirilmesi gerektiğini söylemiştir. Hunter okul müfredatlarının baskın olarak beynin sol yarım küresini kullanan öğrenciler yetiştirmeyi amaçladığını ifade etmiştir. E.P. Torrance ise okulların süreçlerine daha rahat davranma, özgürce düşünebilme ve geometri gibi sağ küresel işlemleri içeren etkinlikleri daha çok dâhil etmeleri gerektiğini savunmaktadır. Oysa öğrencilerin sınıfta ya da bir işi tamamlıyorken sabit oturma ve cebir gibi sol yarım küresel etkinlikleri kullanmaya daha çok yönlendirildiğini belirtmiştir. Diğerleri de eğitimde sol yarım küre işlemlerinin daha baskın olduğu, eğitimin gündeminde çoğunlukla matematik ve dil gibi sol yarım küre konularının yer aldığı görüşünü desteklemiştir.

Beynin bütünsel olarak kullanılmasını sağlayacak birçok öğrenme ve öğretim metotları geliştirilmiştir. Ancak bu yöntemlerin eğitim ortamlarında kullanılması değerli olsa da, zayıf bir temele dayanmaktadır. Görüldüğü gibi, bir yarım kürenin baskınlığı kavramını destekleyen sınırlı sayıda deneysel dayanaklar mevcuttur. Ayrıca azımsanmayacak sayıda araştırma bazı şeylerin birilerinin düşündüğü gibi sadece kutuplaştırılmadığı ve basit bir şekilde her durumda ikiye bölünmediğini göstermiştir. Fakat özellikle eğitim alanındaki kullanıcılar iki yarı küre ile ilgili düşünceleri basite indirgeyici, sınıflayıcı, mutlak ve belirsizlikler içerecek şekilde kullanmışlardır.

Sağ beyin ve sol beyin düşünme stiline ve eğitimde uygulanmasına yönelik argümanlar

Farklı yarım kürelere bağlı olarak düşünme stillerine yönelik görüş, yaygın anlamda ele alınan yanlış bir sayıltıya dayanmaktadır: ‘Beynin iki yarım küresi belirli amaçlar için özelleşmiştir bu nedenle, her ikisi de farklı düşünme stilleri ile birbirinden bağımsız fonksiyon göstermelidir’ varsayımı fikir vericidir ancak birçok şeyi açıklama yeterliğine sahip değildir. Bu varsayımın çıkış noktası birbiriyle bağlantısız noktalara dayanmaktadır: bilişsel düşünme stilleri gibi farklı düzeylerde, yarım küreler arasındaki farklılığı ortaya koymak adına sadece temelde suni uyarıcılar oluşturma sürecinde fonksiyonel asimetrilere ilişkin bilimsel bulgular kullanılmaktadır. Buna rağmen farklı düşünme stillerinin farklı yarım küreler içinde kaldığını doğrudan destekleyen yeterince tutarlı bilimsel kanıtlar da bulunmamaktadır. Gözlenen bazı fonksiyonel asimetriden insanların düşünme eylemlerini kapsayacak farklı yarım küresel düşünme stili yaklaşımını türetmek, insanların düşünme süreçlerini oldukça basitleştiren ve bilimsel bulgulara yanlış anlam yükleyen cüretkâr bir girişimdir.

Sağ yarım kürenin yaratıcılık ve duygusal düşünme stilini ortaya koyduğu düşünülse de, yaratıcılıkla özellikle sağ yarım küre aktivitesi arasında korelasyonel bir ilişki olduğunu gösteren bilimsel bir kanıt bulunmamaktadır. Benzer bir şekilde, yakın zamanda duygu üzerine yürütülen beyin görüntüleme araştırmalarında, duygusal fonksiyonlar için tamamen sağ yarım kürenin asimetrilerine yönelik bir hipotezi destekleyen bilimsel kanıt bulunmamıştır. Sol beynin doğrudan analitik, mantıksal düşünme stillerini baskın olarak yürüttüğünü ortaya koyan bilimsel bir kanıt da bulunmamaktadır. Stanislas Daheane ise aksine, Arap rakamlarını ayırt etmede sağ ve sol yarım kürenin aynı zamanda aktif olduğunu ortaya koymuştur. Benzer bir şekilde, diğer veriler de yazılmış kelimeleri kodlama veya konuşma seslerini tanıma gibi okuma süreçlerinin farklı bölümlerinde, her iki yarım kürede bulunan alt sistemlerin aktif olduğunu ortaya koymuştur. Bu ve diğer birçok bilimsel bulguya göre bilim insanları bugünlerde, beyin yarım küreleri arasında bazı fonksiyonel asimetriler bulunduğunu kabul etse de, tüm bilişsel süreçlerde ikisinin izole çalışmak yerine birlikte çalıştığını düşünmektedir. Bu görüş ışığında, eğitimsel süreçlerini bir yarım kürenin baskınlığı kavramından hareketle uygulamak, yöntemsel tercihleri bu bağlamda düzenlemeye çalışmak oldukça kuşkuludur.


Kaynak: http://www.tedmem.org/

Dipnotlar:

  1. OECD, The left brain/ right brain myth, OECD, Centre for Educational Research and Innovation – CERI, Haziran 2015.